21 Temmuz 2011 Perşembe

sevgili günlük, bugün başımdan hiçbir şey geçmedi. işe gittim, sabahın 5.30'unda kalktığım ya da "ka(l)ktığım" için otobüs pek olmuyo, o yüzden ben de yürüyo(ru)m. Evet, alfabeden bazı harfleri attım, kelime aynı anlamı veriyorsa fazlalıkları atarak konuşuyorum. ama inanır mısın, omzumdan bi yük kalktı, kaktı kaktı. bugüne kadar ne zorlamışım kendimi, yeni bir dil öğrenirken de önce alfabeyi öğretmeleri birden gereksiz geldi. sonuçta tek başına bir A ya da Z benim ne işime yarayabilir ki.Ama  "az" çok şey ifade eder. Azın çok şey ifade etmesi, sevgili günlük, hayata hiç bu açıdan bakmış mıydın? Bu arada A harfinin tarihini bilir misin hayat?

Bir gün A yolda gidiyormuş, evde izleyecek doğru düzgün bir program olmadığı için kendini sokağa atmış, halbuki televizyonda uzun zamandır takip ettiği bir Çatalca cinayeti olayı varmış. lakin, o sabah geç kalktığı için Müge Anlı'nın programını kaçırmış. bir saniye, Televizyonda biraz zapladıktan sonra yine kapıyı çekip çıkmış. salak, anahtar kapının arkasında kalmış ama haberi yok. biraz yürüdükten sonra yalnızlığını yavaş yavaş yendiğini fark etmiş. çünkü ayaklarının varlığını fark etmiş, ayakları tam iki kişiymiş. Gövdesinin altındaki göbekten ikiye doğru ayrılan insanoğlu aslında hiç de yalnız değilmiş. Fakat sonradan, önemli birşey fark etmiş. yalnız olmayan kendisi değil ayaklarıymış, sağ ayağı yalnız değilmiş çünkü solda kendisinden bir tane daha varmış. Sol ayağı da yalnız değilmiş çünkü sağda aynısı varmış. Bir ayak olarak değil bir insan olarak yalnız olduğunu fark eden A, "keşke büyük A değil de küçük a olsaydım, onun bir tane kıvrık bir kıçı var, benim gibi kalabalıklar içinde yalnız olamaz" diye düşünmüş. ayaklarına düşman olan A yalnızlığın verdiği çaresizlikten mi yoksa dün gece yediği DiaSa marka iğrenç konserve sarmadan mı bilinmez, atıp tutmaya başlamış. ayaklarına sövmüş de sövmüş:
"sen sağ ayak, sen senden bir tane daha olduğunu düşündüysen, ki şu anki cümlede 4 kere sen dedim ve buna sevindiySEN, etti 5, boşuna sevinme, sol ayağında bir ayak olabilir ama asla onun giydiği ayakkabı senin çatalından geçemeyecek. Ve sen sol ayak, evet sağında bir ayak daha var, peki diğer solunda? İşte şimdi beraber yaşayabilmek için birbirinizi sevmek zorunda kalacaksınız! Tıpkı babamla her gün 5 santim uzayan burun kılları arasındaki ilişki gibi. Bişiy sorabilir miyim kel bi adamın burun kıllarının bu kadar uzaması sizce ne kadar doğru? Hayat hiç adil değil!" diye haykırarak hemen arkasındaki kaldırıma çöküvermiş.

Ağlamamış, erkek adammış A, ama sinirden gözü seyirip durmuş. Yoldan geçen küçük a, büyük A'nın kalkıp duran kaşına bakıp kocaman bir kahkaha atmış. şimdi şu an betimleyemiyorum, çok fena ama....A o an anlamış, yalnızlığı gidebildiği her yerde onu buluyormuş ve en zayıf noktasından vuruyormuş. Derken büyük bir firmanın müdürü A'yı yolda ağlarken bulmuş, uzun zamandır A'nın şirketine girip çalışmasını istiyormuş. Çünkü A çok başarılı bir harfmiş, ne de olsa alfabeyi birincilikle bitirmiş. Bir puro yakıp A'ya vermiş, ama A temizlik hastasıymış "üzgünüm başkasının purosunu içemiyorum bi de başkasının evinde et yiyemiyorum" demiş. Fabrikatör bunu sorun olarak görmemiş, zaten sıçacak kadar zenginmiş, sadece avına odaklanıp A'nın bu çaresiz anında onu ağına düşürmek istemiş.

Bak büyük A, büyük A'lar, asla küçük a olmaya çalışmaz ama küçük a'lar her zaman büyük A olacağı anı hayal eder. bu nedenle bir gün cümle başına gelip de büyük yazılabilmek için ellerinden geleni yaparlar. ama bu onları yalnızca geçici bir süreliğine büyük bir A yapar. Ama sen Ankara'nın A'sısın, Asuman'ın A'sısın, Ağrı Dağın'ın A'ğısın her zaman için özel ve yegane olacak bir A'sın...

A, iki güzel söz duyunca mala bağlamış. Fabrikatörün teklifini kabul etmiş. Fabrikadaki ekmek elden su gölgen günleri A'yı çok değiştirmiş, kırk yıllık arkadaşları K, T, Ç ve P ile görüşmeyi bırakmış. A'ya göre onlar hem sert hem de ünsüzlermiş. bu yüzden Q, W gibi daha çok tercih edilen Amerikalı arkadaşlarla takılmaya başlamış ve eski arkadaşlarını gördüğü yerde "Nabıyonuz lan, KETÇAP!" diye dalga geçmeye başlamış.

Böyleyken böyle, A, Bebek'teki alttan ısıtmalı evine gelip giden ona hastalığında bakan arkadaşlar satın almış. Urdu dili ve edebiyatının harfleriymiş bunlar, artık çok kullanımda olmadıkları için gözden düşen urdulu harfler evde boş boş oturacaklarına bir işe girmek istemişler. şimdi yarı zamanlı olarak A'nın evinde çalışarak, kanka muhabbetleri yapıyolarmış. A kendini yegane ve özel hissedeceği bir hayat kurmuş. Buradan bakınca bunu sadece parayla yapmış gibi gözüküyor olabilir, ama hayır öyle değil... valla...

1 yorum:

  1. Uzun zamandır okuduğum en güzel yazıydı. Uzun zamandır okumak demişken, ben iyi bilirim onu. Biliyor musun çokbilmişözne, eğer annen de seninle dalga geçiyorsa orada çok ciddi bir durum var demektir. Neden? Çünkü anne dediğin genelde seninle dalga geçmez; sen onunla dalga geçersin. Anne dediğin olmadık yere heyheylenir, daha güzel bir tabir olarak; gudilenir.

    Yazıdaki KETÇAP meselesi üzerinden ben de bir şey anlatmak isterim. Geçenlerde yine ulvi düşüncelere dalmıştım. Şöyle ki; ben küçükken ketçap severdim. Ancak yıllar geçtikçe ve ben serpilip güzelleştikçe ketçabın kankası gibi gözüken ama yüzyıllık düşmanı olan mayonezi daha çok sever oldum. İşte geçenlerde bunu düşünüp ketçaba büyük haksızlık yaptığımı farkettim. Sonuçta o benim çocukluk arkadaşımdı. Hatta hiç unutmam, Beliz diye bir arkadaşım vardı, şimdilerde çılgın bir milliyetçi olmuş, Facebook'tan görüyorum ve midem bulanıyor. İşte bu Beliz'le evlerimize gider, annelerimize ketçaplı ekmek hazırlatır (tabii ki annem kısa süre sonra bundan sıkılıp "büyüdün artık, kendin hazırla ekmeğini" derdi) ve buluşup piknik yapardık. Ne diyordum? Hah işte ketçaba haksızlık yaptığımı düşünüp şu parasız halimle gidip Heinz marka ketçap aldım. Şimdi ööyle dolapta duruyor.

    PS: Başkalarının evinde et yemeyen insanlar konusundaki hassasiyetin gözümden kaçmadı :)

    YanıtlaSil